Hürriyet

banner image

Hürriyet

Siirleri — Didem MADAK— 1990 Kuşağının En Iyi Şairlerinden Didem MADAK' ın OLUMUNUN 6. YILINDA SAYGIYLA ANIYORUZ… |08.04.1970—08.04.2017|…

1990 Kuşağının EIyi Şairlerinden Didem MADAK ın ÖLÜMÜNÜN 6. YILINDA SAYGIYLA ANIYORUZ
|24.07.201124.07.2017|
|Didem MADAK|
|08.04.1970IZMIRTURKIYE — 24.07.2011ISTANBULTURKIYE|
|Turk Saır  Felsefeci  Çevirmen  Yazar  Hukukçu|

Didem MADAK
Siz Aşk tan N Anlarsınız Bayım?  Didem MADAK
24 Temmuz 2017 Pazartesi
Siz Aşk tan N Anlarsınız Bayım?  Didem MADAK

Çok Şey Öğrendim Geçen Üç Yıl Boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
Limanı Olanın Aşkı Olmaz ki Bayım!

Allah'la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım...
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben İstemenin Allahını Bilirim Bayım!

Çok Şey Öğrendim Geçen Üç Yıl Boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar Seni İster, Bak Uzaklar da Aşktan Anlar Bayım!

Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir Aşkı Bilir Oysa Bayım!

Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen Üç Yıl Boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm

Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır.
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok Şey Öğrendim Geçen Üç Yıl Boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan

Siz Aşkı Ne Bilirsiniz Bayım
Aşkı Aşk Bilir Yalnız!

Siz Aşk tan N Anlarsınız Bayım?  Didem MADAK
 Siz Aşk tan N Anlarsınız Bayım?  Didem MADAK  Kaynak: Grapon Kâğıtları (2000)  İnkilap KİTABEVİ  "Ah" lar Ağacı (2002)  Everest Yayınları  Pulbiber Mahallesi (2007)  Metis Yayınları

|Didem MADAK|
|08.04.1970Izmir  24.07.2011 Istanbul|
|Türk ŞairFelsefeciÇevirmenYazar Hukukçu|
Didem MADAK
Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım?  Didem MADAK
08 Nisan 2017 Cumartesi
Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım!  Didem MADAK

                                               Zenciler prensesi olacağım,
                                               Hayat işte o zaman başlayacak.”
                                                                                  Pipi Uzunçorap

Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!

Gün akşam oldu diyorum
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara
Cam kırıkları yiyorlar
Rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde

Rengarenk yapboz parçacıkları
Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.
Hayır, sanırım sabahı bekleyemem
Bilmiyorum.
İnsanlar rüyalarını acilen anlatmalı

On dört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar

O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
Sinemalarda da organzm gıcırtıları oynuyordu
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı
Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.
Neyse işte
Ben her filmi hatırlarım
Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu.
 “Sofi nin tercihini seyrederken çok ağlamıştım,
Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar
Onu da mutlaka hatırlardım.
İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım
Bir eşya toplayıcısıyım bayım

Büyük gemiler de yok artık bayım
Büyük yelkenler de
Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
İşte az önce bir karabatak daldı suya
Bir süredir de kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu ara hiç konuşmuyor bayım

Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım?  Didem MADAK
Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım?  Didem MADAK  Kaynak: Grapon Kâğıtları (2000)  İnkilap KİTABEVİ  "Ah" lar Ağacı (2002)  Everest Yayınları  Pulbiber Mahallesi (2007)  Metis Yayınları

|Didem MADAK|
|08.04.1970Izmir  24.07.2011 Istanbul|
|Türk ŞairFelsefeciÇevirmenYazar Hukukçu|
Didem MADAK
Ah lar Ağacı  Didem MADAK
08 Nisan 2017 Cumartesi
 Ah lar Ağacı  Didem MADAK

1- Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
Biraz kolonya sürünsem,
Ferahlasam, pencereyi açsam.
Şöyle bir şey yazdım sonra:
Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
Berbattı,
Bir şiire böyle başlanmazdı.

İç ses diye söylendim,
Ardından Yıldırım Gürses...
Aptal aptal güldüm bir de buna.
Ayşecik vazoyu kırıyor
Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.
Yapıştırsam da parçalarını hayatımın
Su sızdırıyordu çatlaklarından.
Karnabahar kızartmıyordu asla
Başrolde kadınlar.

Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan, 
Ah… dedim sonra,
Ah!

İç ses, diye söylendim
Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya:
Tanrım bana hiç erimeyen,
Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.
Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik
Kardeşimle kendimize durmadan,
Olmayan çayları,
Olmayan fincanlardan içerdik.
Olmayan kapıları açardık,
Olmayan ziller çaldığında.
Siyah papyonlu olurdu mutlaka
Resim defterimizdeki damat.
Yedi günde yarattığımız dünya
Mutlu olurduk pastel koksa.

Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:
Olanlar oldu tanrım
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı’nın arkasına saklansam.
O Kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.

Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım. 
Ah… dedim sonra,
Ah!

Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım,
İçim sıkılmasa o kadar
Tek bir satır bile okumazdım.
Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı
Bir derdi var derdim.
Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim.
Ninni derdim, ninni bebeğim!
Cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini.
Plastik gözkapaklarının ardında,
Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin,
Gözyaşları da.
Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına.
Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı,
Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa
,

İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,
Kırıklar dolar kucağına,
İşte orası umudun tarlasıdır.
Ve orada başaklar ağırlaştığında,
Sayısız ah dökülür toprağa
.

İç ses, diye söylendim
Ve 
Ah… dedim sonra,
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.

Dallarına salıncak kurardı çocuklar,
Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.
Meyveleri tatsızdı
Eski bir lanetten dolayı
Herkes dişlerdi acı meyvelerini,
Ve herkes söverdi ona.
İsmini yazardı herkes onun bağrına, 
Ah derdi o. Ah!

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası
‘İnsan unutandır
ve insan unutulmaya mahkum olandır.’
Tanrı şöyle derdi o zaman: 
Ah!

Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,
Ulaşılamazdı,
Sen sarılmak istesen ona,
O sana sarılmazdı.
Ne çok dikenin vardı Tanrım!
Ne çok isterdim,
Sana sarılamazdım.
Ve şöyle derdim o zaman: 
Ah!

Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
İtiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte
.

Ve etimoloji Eti’lerden kalma
Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.
Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
Mesela o zamanlar
Mutsuz olduğunda insanlar,
Yok olurmuş bazı dakikalar
.

Gülümsedim o sıra,
Bazen sevinirim,
Sevinmek nedense hep yedi yaşında 
Ve Ah… dedim sonra,
Ah!

Bazen ah diyorum durmadan, Şimdi ben ahlatın başında,
Otuz iki yaşımda. 
Ahlar ağacı gibi.
Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma,
Mavi, mor, kırmızı ve yeşil,
İstedim, hep istedim,
Sen iste derdim, iste yeter ki
Vereyim.
Her istediğimi verdim.Arttım, fazlalaştım,
Eksikli yaşamaktan.
Ahlar ağacıyım, gibisi fazla.
Başka bir şey istemem
Artık beyazlaşan üç
-beş tel saçıma,
Hesabımı vermekten başka
.

Vasiyetimdir:
Dalgınlığınıza gelmek istiyorum
Ve kaybolmak o dalgınlıkta
.

At arabasıyla kağıt toplardı
Her sabah çingene kadınlar
.
Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar
Şaşırırdım
Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman
?

Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı.
Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma
Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana
,

Yeniden doğmuş olurdum oysa,
Öldüğümü sandıklarında,
Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak
.

Vasiyetimdir:
En güçlülerinden seçilsin
Beni taşıyacak olanlar
.
Ahtım olsun,
Yükleri ağırlaşsın diye iyice,
Tabutumun içinde tepineceğim
.

2-
Bir göl vardı evimizin karşısında,
Mavi gözleri olan,
Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca
,

Ya siz,
Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
Nasıldı
Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak
?

İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç
Annem sevindiydi hatırlarım
.
Ah demişti.
Ah!
Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına
.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı,
Sıcak yemeklerin
.
Başına diktikleri o taş,
Ne zaman dokunsam soğuktur oysa
.
Ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz.

İç ses!
Bu bahsi kapa
!

Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim.
Çoktandır öksüz olan mutfakta
Buğulandı ve ağladı camlar,
Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla
.
Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım,
Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara,
Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca,
Sanki biraz rahatladım
.
Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki,
Artık kimse mutsuz olmayacaktı
.
Ah… dedim sonra,
Ah!
İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta,
Aynı vampir gibi çıkacağız
.
Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca,
Sanki biraz ferahladım
.
Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım:
Hala aç mısın
?

Bir tren geçti yine tam o sıra
Ustura gibi kara,
Düdük çala çala,
Geçti şiirimin ortasından.
Kes şunu dedim, kes artık!
Oldu olacak,
Kan kardeşi olsun ruhumla yollar
.
Merak ederdim,
Kesik başları ve sarı ışıklarıyla
Nereye gider bu insanlar?
Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce
Bir kara yılan gibi,
Bilemezdim menzil neresi
?

Ah… dedim sonra,
Ve acilen makas değiştirdim.
İç ses, diye söylendim,
Raydan çıkma bundan sonra
.

Kuyruk sallardı,
annemden kalma maaşım
her üç ayın sonunda.
Sevinirdi,
Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim.
Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla,
Muhabbet ederdik kuyrukta.
Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin,
Fötr şapkalı kelimeleriydik,
Çürük dişlerimizle bizler,
Dökülmüş harfler gibi kelimelerden,
Saf ve pembe gülümserdik
.
Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik.
Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik.
Neden hep aynı yerdeyiz,
Hayattan söz edilirdi,
Zor denirdi,
Ve ardından susulurdu mutlaka
.

Fötr şapkalı amcalardan biri Ah… derdi sonra,
Ah!
Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman.

3- 
Bir Arap şairi şöyle demiş,
Savaşta yenilen halkına
,
Ağlamayın
, ağlamayın, acınız azalır” 

Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma
Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi,
Sorardı
:
Daha yazacak mısın?
Hayır derdim,
Artık yazmayacağım
.
Ama şöyle denir:
Kılıç çeken kılıçla ölür
.
Ama şöyle denir:
Kaderden kaçılmaz.

Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,
Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan
.
Yıllarca biriktirdim
rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında
.
Aşık olduğumda,
Çikolata kokardı kırmızı yazgım
.
Hayatıma hayat diyemem artık.
sarı yazgım her sonbahar onu
biraz daha fazla, ömür yaptı
.
Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.

Kara yazgımı şimdi kim bilir
Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım? 
Ah… dedim sonra,
Ah!

İç ses, diye söylendim,
Başımda rüzgar vardı
Başımda uğultular...
Kalbim usulca kıpırdardı
Ve ses çıkarırdı dokununca
Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki
Bir başkası olsa
.
Başımda rüzgar vardı,
Yine esiyordum
Hızla dönmeye başladı kalbim
Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki
Bir başkası olsa
.
Başımda uğultular...
Fırtına çıktı sonra,
Yaşadığını anladı kalbim,
Böyle yaşanamaz derdi
Bir başkası olsa.

Bir zamanlar meydan okumak isterdim.
Kaç meydanını okudum da bu hayatın.
Yalnızca iki harfini öğrendim: AH!

Ah benim nergis kokulu cehaletim...
Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda
Anlatmak isterdin kendini durmadan
Bir bardağa bile olsa
.
Ne diyecektin, ne söyleyecektin
Şairlerin şahı olsan, 
Bir AH’dan başka.
Ah benim nergis kokulu cehaletim
Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin
.
AH!

Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım tanrının eliydi,
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,
Çok şey geçmiş gibi başımdan 
Ah… dedim sonra,
Ah!

İç ses, diye söylendim.
Gel! Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.

Vasiyetimdir: Bin ahımın hakkı toprağa kalsın

Ah lar Ağacı  Didem MADAK
 Ah' lar Ağacı  Didem MADAK  Kaynak: "Ah" lar Ağacı (2002)  Everest Yayınları  Metis Yayınları

|Didem MADAK|
|08.04.1970Izmir  24.07.2011 Istanbul|
|Türk ŞairFelsefeciÇevirmenYazar Hukukçu|
Didem MADAK
Ağrı  Didem MADAK
08 Nisan 2017 Cumartesi
Ağrı  Didem MADAK

Ağrımı anlattığım insanlara,
Alihsan a, İşıl a, Ayhan a

Sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul' a
Ciğerlerimin filmini çektiler
Ciğerlerim artiz oldular icabında
Akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu
sigara figüran falan.
ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız olarak
uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım
ben bunu geç anladım.
senin için şiir yazacaktım istanbul
ismini ağrı koyacaktım.
oysa bir şiir niyeydi sanki
yer içer sevişir miydi sanki bir şiir
hamsi ısmarlar mıydı mesela bir şiir insana?
fotoğraf çektirebilir miydi mesela hipodromda atlarla?
rakı içebilir miydi samatya' da
bir şiir uyur muydu kuş gibi
Başını alıp da kanatlarının altına?
Oysa bir şiir neydi sanki
Ben seni ciğerimin köşesindeki arıza kadar sevdim
Bir şiir seni bu kadar sever miydi sanıyorsun istanbul?

Bağırdım sokaklarına kartondan postlar sermiş ayyaşlara
Bana kerametinizi gösterin
Kermatenizi gösterin bana!
Bir dikişte içtim bir şişe geceni
Yıldız komasına girmek istiyordum,
İstiyordum dolunay çarpsındı beni
Kurt adamlarım serbest kalsındı icabında
Kimim fazladan puştluğu varsa bir sigara sarsındı bana
Kin kusulsundu, öç alınsın
İcabında modern kadındım, ne zaman şişmanlasa ruhum
Hemen yarın yeni bir intihara başladım,
Ben fazla yemesem diyorum baylar yani
Bu kadar hınç bana fazla.
İcabında bir allah bir allah daha
Çok tanrılı bir din ederdi
Bırak müridin olayım İstanbul…

Sen beni hep bir şiir sanıyordun İstanbul
Oysa çakmaktaşları gibi kıvılcımlıydı gözyaşlarım
Ağlamaktan kızaran bir örnek burnum ve gözaltlarımla
Bu şiiri ben yaralı bir panda vaziyetinde yazdım
Canım yandı
Bu şiiri ben bir yangın vaziyetinde yazdım
Şimdi bırak sana kedilerime süt getiren eski günlerimi anlatayım
Kapıma gül bırakan adamları
Ben de icabında bir hafıza mağduruyum
Cumartesi günleri gayri annemlerle birlikte
Sokaklarında eylemler yapayım.
Benim ne sakal yanığı günlerim oldu
Guruba bak ve beni an
Öpüşmekten yorgun ve kızıl
Bir şiir sana bunları söyler miydi sanıyorsun?
Yağmurlarında yıkanan kırmızı banklarına baktım
Bütün allar bir gün solarmış
Ben bunu geç anladım
Yağmur meğer tanrının zulmüymüş istanbul.
Ağrı neydi, neremdeydi, neresiydi Ağrı
Kim bana kalbimin menzilini soracaksa sorsun artık
AğrıdurmadanAğrıdurmadanAğrıdurmadan
Ağrı benim durmadan doruğuna tırmandığım
Meğer yüksek bir dağmış…

Üstümü ara
Cebimdeki şiiri usulca kaydırayım senden tarafa
Ellerimi de kaldırdım bak
Hazırım tutkumu tutukla.
Şiirsizim
Bu şiir senin ismini Ağrı koyar mıydı sanıyorsun İstanbul
Ben bu şiiri kusarak yazdım…

Ekim 2002Yakında Kasımpatları da Çıkacaktı…

Ağrı  Didem MADAK
Ağrı  Didem MADAK Kaynak: Yasak Meyve Şiir DergisiŞubat/Mart 2003sayı:1
Ağrı  Didem MADAK  Kaynak: Grapon Kâğıtları (2000)  İnkilap KİTABEVİ  "Ah" lar Ağacı (2002)  Everest Yayınları  Pulbiber Mahallesi (2007)  Metis Yayınları

|Didem MADAK|
|08.04.1970Izmir  24.07.2011 Istanbul|
|Türk ŞairFelsefeciÇevirmenYazar Hukukçu|
Didem MADAK
Kurbati  Didem MADAK
08 Nisan 2017 Cumartesi
Kurbati  Didem MADAK

Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni
Oysa limon ağaçları bahçede küçük sarı güneşler taşıyor.
Dokunsam bile onlara yanmam. Ne tuhaf
Bir oyuncak ayım vardı, ismi Işıldak.
Bir kızkardeşim vardı saçları simsiyah
Ne tuhaf böyle hatırladıkça herşeyi,
Ağrı Dağında saçlarımı karla yıkamak.
Kırmızı bir mum olsam yakışırdım şamdanıma
Oysa çok üşüyor ellerim bu akşam

Martılardan duygulanmadım hiç, ne tuhaf!
Ben belki denizden bile eski biriyim.
Başka isimler bulmak isterdim martılara
Kirloş mesela kirloş desem onlara.
Kasapların perdeleri boncuktan
Et. Kan. Ve o boncuklu şıkırtılar
Ne tezatlı bir şey, ne tuhaf
Ne tuhaf acıyla hiç konuşamamak

Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni
Herşey şimdi itiraf edilmeli:
Kocam bir çingeneydi.
Eşiniz bir çingene mi hanfendi? diye sorarlardı.
Hayır efendim derdim, hayır eşim bir sanatkardır.
Eski yırtık gecelikler, eski yırtık çarşaflar
Eski, yırtık bir sızıyla sevişirdik.
Herşey şimdi itiraf edilmeli:
Bir picaması bile yoktu benim kocamın baylar.
İnsan çingeneyse, yani ruhu çizgiliyse
İnsan acıyla yalnızca sevişebilir baylar!
Soruyorlar. Soruyorlar:
Ellerin neden titriyor sevgilim
Bilmiyorlar doğmadan öldürdüğümü üçbeş çingeneyi.
Üçbeş dünya kaldı artık aramda dünyayla
Artık açıklayamam bir türlü.
Ne tuhaf geçmişim kırmızı bir kadın yapıyor beni.
Herşey şimdi itiraf

Bulurlar sabaha siyah, çirkin bir balık olarak
Açıklayamazlar artık beni bin türlü.
Bilmeyecekler, bilmeyecekler bir çingenenin
İsmini vererek kendime öldüğümü
İsmim İsmim İsmim Kurbati

Kurbati  Didem MADAK
 Kurbati  Didem MADAK  Kaynak: Grapon Kâğıtları (2000)  İnkilap KİTABEVİ  Metis Yayınları  Sh:

|Didem MADAK|
|08.04.1970Izmir  24.07.2011 Istanbul|
|Türk ŞairFelsefeciÇevirmenYazar Hukukçu|
Didem MADAK
Çalıkuşu nun Z Raporu  Didem MADAK
08 Nisan 2017 Cumartesi
Çalıkuşu nun Z Raporu  Didem MADAK

Kedi ve kasımpatı kokuyor bütün sokaklar
Dilinin dönmediği duaları sayıklıyor
Zeyniler Köyünde çalıkuşu şimdi artık zaman
Yağmur yağıyor durmadan
Ağlıyorum kaşarlanmış bir masumiyet olarak
Bir çılgınım
Kedilerin ruhlarımızı okuduğuna inandırmaya çalışan herkesi
Bir elimde tabanca
Bütün dualarım delik deşik

Başörtülü bir anne olarak bekliyorum ruhumun
Şark hizmetinden dönüşünü
Mahalle kavgalarına karışmadan
Kocaman bir kabakla boğuşuyorum bazen
Doğruyor ve kızartıyorum onu
Günler külkedisi, akşamları kömür yakıyoruz.
Hikâyeme bir hayat yazmak istiyorum
Pek inandırıcı olmayan
Ruhuma ıhlamur yollamak istiyorum yün eldivenler
Hikâyeme bir ölüm yazmak istiyorum
Beni masalların ortasında bırakıp giden ruhuma
Romantik radyo dinleyen o eski arkadaşıma
Son bir kere daha limon ağaçlarından bahsetmek istiyorum
Otobüs duraklarında yağmurlar bekliyor beni
Yağmurla beraberliğimden doğan
Birinci ve yüzbininci hayaletim
Ucu ısırılmış bir simidin acısını durmadan
O kadar çok, o kadar çok hissediyorum.
Fareler yeraltından fırlatılan havai fişeklerdi
Haberler getiriyorlardı, hep kötü haberler
Akşamları günahkâr yazar kasalar kadar
Z Raporları kadar uzun şiirlerim
Elinde bir paket çubuk krakerle geçmişim
O eski arkadaşım yıkanmış midesiyle
İskambil kağıtları kusan, zarlar
Maça kızı ve pis yedili sayesinde
Kaç kere ölümle randevulaştı.
Plastik çiçeklerle ziyaretine geldi hayat
Semt pazarından alınma hırkasıyla,
Ayolu, yanisi bol konuşmalarıyla
Her bastığında gıcırdayan tahtalarıyla
Öyle çok sevdim, öyle çok sevdim
Binlerce kapıcı karısından birinin ismiydi sanki kader

Delirdiğim altyazı şimdi bütün aynalarda
Vazgeçtim sonunda hep tura gelen uğur paramdan.
Hikâyem ucuz, romanım basmakalıp
Pembe kağıtlar aldım
Hayatıma bir ölüm yazacağım
Bir ölüm, pek de inandırıcı olmayan
Yazık hiçbir şair bir çiy tanesi kadar bile sızamadı kâğıda
Kayıp şiirlerim gül resimleridir şimdi.
Yazık bir son mektup bile bırakmadan gitti
Zeyniler Köyünde Çalıkuşu şimdi artık zaman

Çalıkuşu nun Z Raporu  Didem MADAK
Çalıkuşu nun Z Raporu  Didem MADAK  Kaynak: Ludingirra  Sh:9
Çalıkuşu nun Z Raporu  Didem MADAK  Kaynak: Grapon Kâğıtları (2000)  İnkilap KİTABEVİ  "Ah" lar Ağacı (2002)  Everest Yayınları  Pulbiber Mahallesi (2007)  Metis Yayınları

|Didem MADAK|
|08.04.1970Izmir  24.07.2011 Istanbul|
|Türk ŞairFelsefeciÇevirmenYazar Hukukçu|
Didem MADAK
Yaşamı  Didem MADAK
08 Nisan 2017 Cumartesi

Didem MADAK,
cüzdanında yazan adı: Didem MADAK
Yazar olarak kullandığı ad: Didem MADAK
08.04.1970 Izmir doğumlu.
24.07.2011 Istanbul' da öldü…

Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım!  Didem MADAK

 "Zenciler prensesi olacağım.
                                Hayat işte asıl o zaman başlayacak"
                                                              Pippi Uzunçorap

Hayatımla ve bir kadın oluşumla ilgili
                              çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün bunlar
                                         yokmuş gibi davranıp kitabi şiirler yazamam
                                                               Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun
                                                                     diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla
                                                                            dolu. Bu yüzden biraz ‘kadınsı’, durup dururken
                                                                                                                                       bağıran şiirler

 Bireysel ve toplumsal özgürlük vurgulu şiirlerinde kadının iç dünyasını yansıtan Madak aynı zamanda, Wayne MILLER ve Kevin PRUFER ın yayıma hazırladığı New European Poets adlı antolojide Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım!’ şiiriyle Türkiye yi temsil etmişti:

Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım. / Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum. / Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen / Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz? / Bir gül, bir güle derdi ki görseYalan söylüyorum / Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım

Müsvedde şiirinde Anlatarak bitiriyorum hayatımı / Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat / Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma / İsmini her şey koydum / Simli ojeler sürdüm yanlızlıktan sıkıldığımdan / Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım / Yıldızlı bir gecenin

Şiirleri
01. Siz Aşk tan N Anlarsınız Bayım?
02. Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım?
03. Ah' lar Ağacı
04. Ağrı
05. Kurbati
06. Çalıkuşu nun Z Raporu

Didem MADAK
 Didem MADAK|08.04.1970Izmir  24.07.2011 Istanbul|, Türk şair. Lise eğitimini İzmir de tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi

Şiirleri ÖküzLudingirra ve Sombahar dergilerinde yayımlandı. İlk kitabı olan Grapon Kâğıtları İnkılap Kitabevi Şiir Ödülü nü kazandı

Türkiye'deki ilköğreniminin ardından, babasının diplomatik görevle gittiği Cenevreİsviçre' de, College Calvin lisesinde orta öğretimini tamamladı. 198084 yılları arasında Amerika' da California State UniversityLong Beach Üniversitesinin Felsefe bölümünden mezun oldu. Türkiye'ye döndükten sonra, ODTÜ' de yüksek lisansa başladı ve önce ODTÜ' de, sonra da Boğaziçi Üniversitesi Felsefe bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı

19962004 yıllarında düzenli olarak TRT İstanbul Radyosu  Radyo III için klasik müzik ve edebiyat programları hazırladı. Ayrıca 1996 yılında bir yıl boyunca Mitoloji ve Müzik” adlı bir programı Açık Radyo için hazırlayıp sunmuştur

20022003 yıllarında dört sömestr boyunca İstanbul Üniversitesi Dramaturji bölümünde “Platon'dan Günümüze Estetik Kuram” dersleri vermiştir. 20032004 ders yılında, Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümünde, yüksek lisans öğrencilerine Sanat Felsefesi dersleri vermiştir

İngilizce ve Fransızca'dan çeviriler yaptı. John UPDIKE' ın S. adlı romanının çevirisi 1992 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından basıldı. Vikram SETH' in An Equal Music (“Maggiore Dörtlüsü2000adlı romanını Türkçeye çevirdi

Ruhunu ütüsüz ve buruşuk gezdirmeyi sevdiğinden hiçbir zaman yeterince "düzgün insan" olamadı

1990 kuşağının en iyi şairleri arasında Gösterildi

kolon kanseri nedeniyle 24 Temmuz 2011 tarihinde 41 yaşında yaşamını yitiren şair Didem MADAK' ın cenazesi Şişli Camii' nde kılınacak cenaze namazının ardından naaşı Edirnekapı' da defnedildi

Kitapları
01.Grapon Kağıtları  2000  İnkilap KİTABEVİ  Didem MADAK
02.Ah' lar Ağacı  2002  Everest Yayınları  Didem MADAK
03.Pulbiber Mahallesi  2007  Metis Yayınları  Didem MADAK

ÇEVİRİLERİ
John UPDIKE' ın S. adlı romanının çevirisi 1992 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından basıldı
Vikram SETH' in An Equal Music (“Maggiore Dörtlüsü  2000) adlı romanını Türkçeye çevirdi.

ÖDÜLLERİ
Grapon Kağıtları  2000  İnkilap KİTABEVİ  2000 İnkılap Kitabevi Şiir Ödülü

Başarıları ve Eserleri
İlk şiirleri Sombahar ve Ludingirra dergilerinde yayınlandı.
Grapon Kağıtları  2000  İnkilap KİTABEVİ isimli ilk kitabı İnkılap Kitabevi Şiir Ödülünü aldı.
İkinci kitabı Ah
' lar Ağacı  2002  Everest Yayınları tarafından
Üçüncü kitabı Pulbiber Mahallesi  2007  Metis Yayınları tarafından
okuyucuya sunulmuştur

|Didem MADAK|
|08.04.1970Izmir  24.07.2011 Istanbul|
|Türk ŞairFelsefeciÇevirmenYazar Hukukçu|
Didem MADAK
Didem MADAK la Söyleşi  Müjde BİLİRSayı:114101.Ekim.2002Varlık Dergisi
08 Nisan 2017 Cumartesi
Didem MADAK
Sevgili Didem, ilk kitabın İnkılap 2000 Şiir Ödülü’nü almıştı ve “Grapon Kağıtları” adını taşıyordu. Kısa bir süre önce de ikinci şiir kitabın “Ah’lar Ağacı” (Everest Yay.) yayımlandı. Kitaba adını veren uzun şiirde “(…) Ne diyecektin, ne söyleyecektin/Şairlerin şahı olsan,/bir AH’dan başka./Ah benim nergis kokulu cehaletim/Bana yılarca, bunca sözü boşa söylettin./AH!” diyorsun. Nasıl bir yolculuktur, seni, “ah!” sesine getiren? 

DİDEM MADAK- Grapon Kağıtları’ndaki şiirleri yazdığım dönemi izleyen üç seneye yakın bir dönemde iki şiir dışında hiç şiir yazmadım. Hiç o dönemdeki kadar çok ah demedim. Sürekli ah dediğim için uyarırlardı beniçevremdeki insanlar. Ah denmez derlerdi, af denir. O dönemde hep sıkıntıyı azalttığına inanılan hediyeler verildi bana. Akik taşlı yüzükler, muskalar falan. Sabrı öğütleyen bir kum saati bile hediye edilmişti. Herhalde şimdi de bu kadar çok ah dediğim için okurdan af dilemenin vakti geldi. Virginia Woolf’un Orlando’sunu çok severim. Orlando yıllarca göğsünde taşıdığı ve bir meşe ağacından esinlenerek yazdığı şiiriyle ünlü olur ve bir ödül kazanır. O zaman kitabını kendisine esin veren meşe ağacının altına gömmeye karar verir. Ve simgesel cenaze töreninde şöyle bir konuşma yapmayı planlar: ‘Bunu bir armağan olarak görüyorum diyecektir, toprağın bana verdiklerinin toprağa geri dönmesi olarak.’ Galiba ben de bütün birikmiş ahlarımı, söylediklerimi ve söyleyemediklerimi ‘Ah’lar Ağacı’nın altına gömdüm. Bu yüzden ‘Ah’lar Ağacı’ bir şiirden çok bir ağıt olabilirdi esasında. Kendi acısıyla dalga geçen ve gülerek acı çeken bir kadın ani bir manevrayla şiiri ele geçirdi ve en başta ‘iç ses’ diye söylenen ağlak kadınla, ‘Yıldırım Gürses’ diye cevap verip dalga geçti. Ve aptal aptal güldü bir de buna. Şimdi ‘Ah’lar Ağacı’nı nereye gömmeliyim diye düşünüyorum. Belki de ‘başsız ayaksız bir mezara.’ ‘Susmanın su kenarında’ bir yerlere

Kitapta yer alan özgeçmişinde, “ruhunu ütüsüz ve buruşuk gezdirmeyi” sevdiğinden söz ediliyor. Hemen hemen bütün kadınlar ütü yapmaktan nefret eder, ama neredeyse hiçbir kadın ütüden kaçamamıştır. Şöyle de yazmışsın: “(…) Karnabahar kızartmıyordu asla/başroldeki kadınlar.” Bir kadın için ütüden kurtulmak -eğer başrol oyuncusu değilse- bu kadar kolay mı? Şiir yazıyor olmanın bu kurtuluşa katkısı nedir? …

Sevgili Müjde sen de bilirsin, bazı kadınlar pasaklıdır. Bu tip kadınların kocaları işe, buruşuk gömlekler ve kopuk düğmelerle giderler. Herkes bu bahtsız kocalara acır. Sanki bir karışıklık olmuş gibidir, bir erkeğe ait olabilecek bir ruh, bir kadının vücudunda dünyaya gelmiştir. Sanki bazı meseleleri gizlemek konusunda, yüzyıllardır süren bir anlaşma var gibidir kadınlar arasında. Bu gizi, bilinmeyeni anlamaya çalışmak ve bunu dil aracılığıyla sorgulamak, daha ziyade erkeğe özgü bir çaba gibi görünür. Bazen de ölümcül sonuçlara sebep olabilir böyle bir çaba, bir kadın için. Sylvia Plath Üç Kadın’da şöyle der mesela: “Bu adamlara takıyorum ben/Nasıl da kıskanıyorlar düz olmayan her şeyi! Dünyayı/Kendileri gibi düz yapabilecek kıskanç tanrılar onlar.” Evet, sanırım hiçbir kadının ütüden kaçamamasına yarayan bir mekanizma işler durumda. Ben bundan başlangıçta çok bilinçsiz ve el yordamıyla kaçtım. Yazmak bu kaçışta bence çok önemli rol oynadı. Kafamın daha da karışmasına neden oldu. Bir dönem komik ve çocukça tercihler yaptım: Gerçi çabuk vazgeçtim bu karardan, ama benden önce yazmış kadınlara çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum. Sanırım bu söyleşiyi bir erkekle yapıyor olsaydım bana böyle bir soru yöneltilmezdi. Çünkü özgeçmişimde yer alan bu bölüm, bıyık altından gülünüp geçilecek kadar basit görünürdü ona. Ama senden böyle bir soru bekliyordum. Teşekkür ederim

Adını şu an hatırlayamadığım bir zenci kadın şair şöyle demiş: Erkekler özgür iradeyi efendi efendi tartıştılar, bizse çığlıklar atarak tartıştık onu

Çoğu kadın kendileri için önceden planlanmış güvenli bir hayata sığınır. Bu hayatın sonu baştan bellidir. Bir kadın bunun dışında seçimler yapmaya kalkıştığında, fena halde zora sokmuş olur kendini. (Haklısın, başrol oyuncusu olabileceği maddi manevi imkânların içine doğmamışsa eğer.) Çoğunluğu kendini gizleyen, koruyan, gardını alan, ürkmüş insanların yaşadığı bu ülkede bir kadın olarak bana ait bir hayatım olsun diye gösterdiğim çabaya ve kendi serüvenime haksızlık edemem. Bu yüzden hayatımı samimiyet ve cesaretle anlatmak benim için önemli. Benim hâlâ hayatımla ve bir kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var, bu meselelerle samimiyet ve cesaretle boğuşuyorum hâlâ. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp, kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden biraz ‘kadınsı’, durup dururken bağıran şiirler

Şiir ütüden böylece kurtuldu madem, yaşlanmaktan da korkmayacak o halde! “(…) Çizgili olsun, buruşsun yüzü,/Şiirlerim için yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmayacağım” dediğini hatırlatmak istiyorum

Niçin şiir yazmaya başladığımı düşündüğümde şunu fark ettim: O dönem şiir bana, herkesten ve her şeyden çok özgürlük vaat ediyordu. Yaşlanmak da benim için bir özgürlük vaadi aslında. Bu yüzden eteklerinin ucundan sarkan paçalı donlarına aldırmadan, örtmeden – gizlemeden dolmuşa binmeye çalışan, önüne gelen erkeğe yardım etmesi için elini uzatan yaşlı teyzelerin durumu bana çok büyüleyici gelmiştir hep. Yaşlı bir kadın hayatının bir dönemini kadın olarak geçirmiştir, ama artık tam bir kadın değildir. Yani bir kadın gibi kendini gizlemek, korumak zorunluluğu yoktur. Yaşlandığım vakit, şiirimin değişebileceğini düşünüyorum. Gecenin bir vakti kimsenin ilgisini çekmeden bir meyhaneye oturup, herkesin suratını inceleyebilirim o zaman. En fazla, bu buruşuk suratlı kadının niye kendilerini inceleyip durduğunu düşünürler. Sonra çok içip masada sızmama yakın, heyy kocakarı, derler bana, kapatıyoruz, hadi evine git. Genç bir kadın için tam bir yalnızlık mümkün olmuyor aslında. Eskiden cebimde bir falçata taşırdım mesela. Gecenin üçünde hiç korkmadan, arkamdaki ayak seslerini kollamadan, sokaklarda yalnız dolaşabilmek benim şiirime çok şey katabilir gibi geliyor. Yaşlanınca daha rahat ederim diye düşünüp, yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmıyorum. Ne kendim ne de şiirim için. Ben sanırım yaşlanınca şu kabına sığamayan, çatlak ihtiyarlardan olacağım. Zaten şu an yazdığım şiirler beni, torunlarıma hayatımı anlatmak zahmetinden kurtaracak. O zaman haliyle gece ikiye kadar oturaklı, derin şiirler yazacağım, o saatten sonra da torunlarımla diskoya falan gideceğim. Herkesin ‘kaçık ihtiyar’ı ayıplamasını şiddetle istiyorum

Sanki içini döküyorsun beyaz kağıtlara… Samimi hislerini itiraf ediyorsun… Kendinle, tanrıyla konuşmandan… Işıl’la, teyzenle ya da benimle paylaşmandan sanki pek farkı yok bunun. Kalemi eline aldığında -başka bir deyişle, yazının düşünsel süreci eyleme dönüştüğünde- neler oluyor peki? Bir çırpıda mı yazıyorsun şiirlerini? Sence samimiyet kurgulanamaz bir şey midir? …

Bachmann, içten gelen herhangi bir zorlama olmaksızın, şiir yazabileceğine ilişkin bir kuşkuya kapıldığı vakit, şiir yazmayı bıraktığını söylemiş bir söyleşisinde. Bence şiirde samimiyet şairin içinden gelen bir zorlama ile ilgili. Önümüzde duran bir metnin şiir olup olmadığına karar vermek için nasıl bazı kesin ölçüler bulamıyorsak, bir şiirin samimi olup olmadığını anlayacak kesin ölçülerden söz etmemiz mümkün değil. Bunu ancak hissedebiliriz

Benim açımdan en zor olanı yazmaya başlamak, bir şiir yazabileceğimi hissettiğimde çoğunlukla bir yığın kaçış yolu buluyorum, gezmeye gidiyorum, TV izliyorum. Yalnız değilsem kesinlikle yazamıyorum. Bu yüzden yalnız yaşamadığım dönemlerde şiirlerimi gece herkes uyuduktan sonra yazardım. Bazen yazma ihtiyacıyla kâğıdı kalemi elime alır, saatlerce yazarım. Ama bu yazılanlardan asla şiir çıkmaz. Bazen de bir mektup yazmaya başlar kısa bir süre sonra şiir yazarım. Yazmaya başladığımda ne yazacağım konusunda en ufak bir fikrim olmuyor çoğunlukla. Sadece yazmaya başlıyorum. Bir süre sonra benim ‘kalemin açılması’ dediğim bir durum ortaya çıkıyor, o zaman hiç zorlanmadan, kontrol etmeden yazıyorum. O zaman müthiş rahatlıyor ve hızlı yazıyorum. Bazen ağlıyorum. Genelde sayfalarca yazıyorum. Çoğunlukla sanki az sonra ölecekmişim gibi paniğe kapılıyorum yazarken. Sanki ölmeden önce itiraf etmem gereken bazı önemli meseleler varmış gibi hissediyorum. Bu yüzden sanki artık kaybedecek bir şeyim yokmuş gibi geliyor. Her şeyi söyleyebilirmişim gibi geliyor. O zaman her gün işe giderken karşılaştığım, boyozcunun yanında durup, boyoz yiyen insanları hayranlıkla seyreden o kara köpeği, puf böreği gibi tombik elleriyle kabak seçen ev hanımlarını, ucuzluktan alınmış bayramlıklarıyla kendilerinden pek memnun olan o bayram çocuklarını hatırlıyorum. O zaman onları sandığımdan çok sevdiğimi anlıyorum. Hepsi şiirime sızıyor o zaman. Hayat beni büyülüyor. Yazarken hayatı sandığımdan çok sevdiğimi, ona hayranlık duyduğumu anlıyorum. Aslında az sonra ölecek birinin gözleriyle dünyaya baktığımızda hayatın her yerinden şiirin fışkırdığını görürüz, önemli saydığımız çoğu şeyin önemini yitirdiğini görürüz. O zaman anlamsız bulduğumuz küçük gündelik hayatımızın aslında anlamlı olduğunu hissederiz. Ben sanırım böyle bir itkiyle yazdığım için biraz telâşlı yazıyorum. Doğaçlama bir şiir. Yazdıklarımı sonradan okuduğumda çoğunu yırtıyorum. Ben şiirde toptan eksiltme yöntemini takip ediyorum. Bazen cesaretimi toplayıp, eli yüzü düzgün bir kâğıda temize çekip, biraz düzeltiyor, kardeşime gösteriyorum. Ondan geçerse başkalarına da gösteriyorum. Kardeşim edebiyat öğretmeni en zoru ondan geçmek. Okuldaki öğrencileri ve ben bir kader birliği içindeyiz

Samimiyet meselesi bence yanlış anlaşılıyor, insan ne kadar kendi hayatından söz ederse o kadar samimi sanılıyor. Edip Cansever, Stefan, Lusin, Cemile ve Seniha’nın hayatlarından muazzam şiirler kurdu, samimiydi. Sonuna kadar. Çünkü o bu hayatların şiirini yazma zorunluluğu duyuyordu. M. C. Anday çok sevdiğim ‘Güneşte’ kitabında samimiydi. Samimiyet şairin kendi deneyimine, düşünsel sürecine denk düşecek şiiri yazması demek bence. Şiirinin arkasında durabilmesi demek. Bazen özentili, güzel söz söyleme hevesiyle veya can sıkıntısıyla yazıldığı belli olan şiirler okuyorum. Şiire soruyorum o zaman: Hani ya senin şairin nerde? İyi şiir şairinin parmak izi gibidir. Tanırsınız hemen

Şiire giden pek çok yol vardır. Önemli olan hangi yoldan gittiğimiz değil, şiire ulaşıp ulaşmadığımız. Birbirimizin tuttuğu yolu beğenmeyebiliriz, o zaman birbirimizi eleştiririz. Ama bazen bir öfke nöbeti esnasında yazıldığı izlenimini veren yazılar okuyorum. Üzülüyorum. Her türlü eleştirinin muhatabı olabilirim ama, öfkenin asla. Keşke feyz aldığımız üstatların bilgeliğinden de nasibimizi alsak. …

Kaybolmaktan söz edelim mi biraz? “(…) Kapının arkasında yokum demiştim/Ve divanın altında da.” diyorsun. Ama biz, saklambaç oynamayı bütün çocuklar sever elbet, diyemiyoruz. “Bulamazsınız ki artık beni, hayatın ortasında.”diyerek öyle çabuk büyüyorsun ki “Bir kız çocuğunun hayalleri” şöyle dursun sanki hızla göçüp gidiyorsun: “(…) Vasiyetimdir/Dalgınlığınıza gelmek istiyorum/Ve kaybolmak o dalgınlıkta.” Sevgili kardeşim, yoksa kaybolduğun yerde mi saklı şiirinin sandığı? (…) kim dokunsa şiire/Eline bir kıymık saplanacak”mı hep? …

Çocukken kuzenimle evcilik oynuyorduk. Dövme işini abartıp bebekleri yerden yere çalmaya başladık. Teyzem, ne yapıyorsunuz dedi, onların da canı var. Biz şaşırıp duraksadık. Onlar canlı değil ama, dedik. Evet ama demişti teyzem, siz onları canlı farz ediyordunuz döverken. Oyun oynarken hep böyle bir risk vardır, oyunun kuralları size bir sınır çizer. Saklambaç oynayan kimse, bulunmayı kabul ederek saklanır. Oysa kaybolmak bir oyun değildir. Bir ilgisizlik söz konusudur. Gaip arkasında ne olup bittiğini bilmez, nereye gider, ne yapar, onu neler bekler bilmez. Gaip nereye gideceğini bilemediğinden gitmeyi planlamadığı adreslere gider, görmeyi arzu etmediği bir yığın insan görür. İşte böyle rastgele gezdiği için (aradığının ne olduğunu bilmese bile) bulma şansı vardır. Neyi anlaması gerektiğini bilmese bile anlama şansı vardır. Kaybolmanın mütevazı bir cesaret gerektirdiğini düşünüyorum. Çünkü insan kaybolunca kendini bir daha hiç bulamayabilir. Böyle bir risk her zaman vardır. Çoğu insan gaip aslında, farkında değiller sadece. Paralarının içinde, rahatlıklarının içinde, okudukları kitaplarının ve bildiklerinin sarhoşluğu içinde çok gaip görüyorum. Ben sadece farkındayım kaybolduğumun. Bu yüzden her gün aynı soruyu soruyorum: Baştan, baştan/bu ceza ne güne sürecek böyle? …

Ben çoğumuzun dünyaya biraz dalgın baktığını görüyorum. Hepimiz birbirimizin dalgınlığında kayboluyoruz. Sanırım tüm dünyayı işgal etti dalgınlık, şimdi de iktidarda. Bizler şanssız şairleriz aslında, hepimiz bu dalgınlıkta kaybolacağız. Bu çağdan bir Şeyh Galip çıkmayacak. Bize ‘çok alametler belirdi’ dışında bir şey söyletmeyecek bu çağ. Ben sadece açıkça görünen bu durumu kabulleniyor ve istiyorum

 “(…) Allahla samimi oldum/Geçen üç yıl boyunca.” demişsin. Doğal olarak şiirlerinde de hissedilen bu samimiyet seni nasıl etkiliyor? “Çoktandır öksüz olan dünya”ya ve insana bakışını nasıl belirliyor? …

Dostoyevski sanırım Ecinniler’de şöyle bir laf etmiş:

İnananlar her zaman inanmadıklarından, inanmayanlar da her zaman inandıklarından şüphe ederler

Sanırım Tanrı işte o şüphede saklıdır. Onun her yerde ve hiçbir yerde oluşu, onu nerede bulacağımızı bilmememiz bizim kendimize çarpmamıza sebep olur. O zaman ‘gök boş nereye bağlasam atımı’ deriz. Allah’la samimi oluşum öyle uhrevi sebeplere falan dayanmıyor, tam aksine çok basit bir sebebi var: Yaşama içgüdüm. 26 yaşıma kadar her istediğimi yaptım, bu neye mal olursa olsun. Sonra bir gün yolun sonuna geldiğimi hissettim

Kendime dur demem gerekiyordu. İnsan ya ölerek ya da yaşamaya karar vererek kendini durdurabilir. Ben yaşamaya karar verdim. Bu yüzden Allah benim çaresizliğimdi, artık konuşabileceğim kimse kalmadığı için, konuştuğumdu. Hani adam uçurumdan düşerken bir dala zor zahmet tutunmuş ve dua etmeye başlamış: Kurtar beni Allahım, ne olur kurtar. Bakmış ses soluk çıkmıyor, bağırmış: Başka kimse yok mu? Yalnızlığının ucuna varan, Tanrı ile konuşmaya başlar ve orada başka kimse yoktur. İster istemez şiirlerimde de bu konuşmanın izleri var. Tasavvufun önerdiği iç yolculuğu, önemli bir olanak olarak görüyorum kendi açımdan. Tasavvuf insanı günahkâr, aciz bir kul konumundan uzaklaştırıyor. …

Sanırım dervişliğin edebiyatını yeterince yaptık, artık onu yeni bir yorumla yaşadığımız çağa ve hayata katmamız lazım. Dervişlik havuz başında, âlemleri seyre dalmak anlamına gelmiyor yalnızca. Bence artık dervişlik, maçoluk yarışması yapılan bir masada, ‘ben kestiricem, zaten bir işe yaramıyor’ diyen bir adamın ‘iktidarsızlığında’ saklı. Himaye ve işbirliği kabul etmedikleri için boynu vurdurulan, derisi yüzülen dervişleri hatırlamakta saklı. Artık kapılanacak kapı kalmadı. Bizi çağıracak ses kalmadı, ‘çağrıldım, geldim’ diyemeyiz artık. Ahlayıp, oflayıp, ben diyerek kendimi herhangi birinden daha çok acı çekiyor sanışımla, ben dervişlikten ne kadar uzağım. Acımı sessizce çekeceğim bir yol bulursam, dervişlik işte orada saklı. Kırılan kalbimizin hesabını tutmaktan sıkılıp, kırdığımız kalplerin hesabını tutarsak, belki orada saklı. Fuzuli’nin söylediği gibi ‘iyi ile kötü sayma işi bitince mescid de birdir meyhane de.’ Belki dervişlik, bu sayma işini bitirmemde saklı. …

 “Ahlar ağacıyım, gibisi fazla./Başka bir şey istemem/Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,/Hesabımı tam vermekten başka.” (…)Vasiyetimdir:/Bin ahımın hakkı toprağa kalsın.” diyen sevgili şair, sanki son sözlerini söyleme çabası içindedir. Peki “ne diyecek”tir, “ne söyleyecek”tir bundan sonra? …

Evet yaşlanmak benim için bir ütopya gibi. Yaşlanınca ‘kötü bir efendinin elinden kurtulmuş bir köle gibi olacağım.’ Minibüs edebiyatında meşhur bir laf var hani: Hızlı yaşa, genç öl, cesedin güzel olsun. Genç ölemediğim için hızlı yaşlanmaya başladım sanırım

İnsan eğer bir sırdaşı varsa ve her şeyini paylaşıyorsa, onu çok sevmekle birlikte bu paylaşımın kendisi için tehlikeli olduğunu da düşünür. Neden her şeyimi anlatıyorum ona diye sorarsın kendine, anlatmamalıyım, bazen kendime bile söyleyemediklerimi ona niye söylüyorum. Ne diye kurcalayıp duruyor her şeyi, diye düşünürsün. Acı söyleyen dostlardan hızla uzaklaşıldığını çok gördüm. Eğer biriyle çok yakın ve içli dışlıysan ilişkin gitgide gerilir. Ne onla ne de onsuz durumu çıkar ortaya. Benim şiirle ilişkim buna benziyor biraz. Ben ona, bana bunca lafı boşa söyletiyorsun, diyorum. O da bana asıl konuşmasan kötü olurdu, diyor

Bir münzevi olma yolunda biraz erken ve biraz hızlı ilerliyorum. Bu seçim değil, tamamen beceriksizlikten kaynaklanıyor. Gitgide daha çok susuyorum. Kitap okuyorum, sonra ebru teknesinin başına geçip ebru ile uğraşıyorum. Suyun üzerine resim çizmek beni rahatlatıyor. Bazen yemek yapıyorum. Bazen yatağımda bir taşa dönüştüğümü hissediyorum. Dünyanın bir yerlerinde benim ulaşamadığım bir hafiflik olduğunu düşünüyorum

Susmam için bir bedel ödemem gerekseydi susardım. Ama gerekmez. Susmanın sağlayacağı rahatlığı çok özlüyorum, ama rahat batar bana biliyorum. Tam olarak susamıyorum. Bu yüzden mutlaka ‘Ah’lar Ağacı’nı gömeceğim bir yer bulacağım

Bu kadar çok ah dediğim için okurdan af dilerim. Vesselam

Müjde BİLİR
Varlık DergisiSayı:114101 Ekim 2002

|Didem MADAK|
|08.04.1970Izmir  24.07.2011 Istanbul|
|Türk ŞairFelsefeciÇevirmenYazar Hukukçu|
Siirleri — Didem MADAK— 1990 Kuşağının En Iyi Şairlerinden Didem MADAK' ın OLUMUNUN 6. YILINDA SAYGIYLA ANIYORUZ… |08.04.1970—08.04.2017|… Siirleri — Didem MADAK— 1990 Kuşağının En Iyi Şairlerinden Didem MADAK' ın OLUMUNUN 6. YILINDA SAYGIYLA ANIYORUZ… |08.04.1970—08.04.2017|… Reviewed by ümitse on 01:30:00 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.